Devletli Başkonsolosum, Hanımefendi, Çok Değerli Ahmet Yesevi Üniversitesi ve Nazarbayev Üniversitesi Temsilcileri, Sevgili Meslektaşlarım, Hanımlar, Beyler, Sevgili Öğrenciler!
Bugün Türkoloji’nin umumi meseleleri üzerinde bir konuşma yapmak için davet edildim. Umumi konuşmalar tabi çok spesifik olur. Bazı teferruat addedilen noktalara dikkatinizi çekmek istiyorum.
Birincisi, Rusya’nın istilasından bahsedildiği zaman “Zavoevaniye Mongol’skogo Turk-tatarskogo” diye başlıyor, “Monument Mongolsko-Tatarskoy İgo” deniyor. Bir kere bu yanlış bir ifadedir. Mongolsko-Turkskogo demek lazım, Turetskoye demiyorum ama Turkskoye demek lazım, çünkü Tatarlar, bir büyük Mongol kabilesidir. Rusya’yı istila edenlerin içinde Moğollar azdırlar, onların yanında daha çok Kıpçak dediğimiz Türkler vardır. Hepsi bugünkü Kazakistan’dan, Sibir’in güneyinden, Mongoliya’nın bitişiğinden gelen Türk kabileler Kıpçaklardır. Bugün bu Tatar ismini taşıyanlar kısmen o ismi beğenmiyorlar. Kazan Tataristan Cumhuriyetinde âlimler ve intelijansiya bu ismi beğenmiyor, kendilerinin Bulgar olduklarını iddia ediyorlar. Bulgarlar Çuvaşlar doğru değildir. Fakat Tataristan’ın Tatar olmadığı da doğrudur. Bu ismin değişmesi lazım, Kırım Tatarları da bunu söylüyorlar. Bu yanlış bir ifadedir.
İkincisi, bir başka yanlış ifade, Moğollar ve Türkler aynı kökten değildir. Moğolca bizimle akraba gruptandır. Ama bu akrabalık Fince, Macarca, Kore gibi, Mançu gibi ve Moğolcanın Türklerle olan akrabalığı kadardır. Hâlbuki biz ne diller konuşuyoruz, bazı konularımız benziyor, lügatlar, yani sözler, slovar türü ifade etmiyor fazla, çünkü biz Moğollarla çok iç içe ve yan yana yaşıyoruz. Yani onlar gibi atçıyız, onlar gibi etçiyiz, aynı otları tanıyoruz, adetler benziyor. Fakat bunun bir sınırı var. Mesela İslamiyet’ten önce de Türkler aslında son derece gurur, ırz ve namus dedikleri yani kadınla ilgili mevzularda çok çok mutaassıplardır Bu gibi konularda cinayet işlenir ve cezalar çok ağırdır. Moğollar için böyle bir katılık yok. İkincisi, kendim tabi Türk ırkından olduğum için söyleyebilirim, Moğolları da biraz tanıdım. Türkler olarak Moğollara göre daha kaba, daha fevri, daha sinirli ve hiddetli bir milletiz. Moğollar ise son derece kontrollü bir millettir.
Üçüncüsü de, kendi müziklerini, adetlerini seviyorlar. Fakat başka medeni unsurları da kabul etmekte son derece hızlılar, biz o kadar değiliz. Yani birkaç milyonluk Moğolistan’ın opera, bale ve müzik gibi konularda bizden daha başarılı olduğu çok açık. Bizdeyse kocaman Kazakistan’ın, kocaman Özbekistan’ın, Azerbaycan’ın bu konularda yenilik yapması için son iki asrı beklemesi gerekmektedir, son iki asır. Ondan evvel kendi içimize kapanığız. Fakat bir konuda çok devamlıyız. Bu da “Voennıy talent” denilen “askerlik kabiliyetidir”. Bütün Türk kavimlerinin askerlik konusunda ciddi bir kabiliyeti vardır. Zamanlarını çok iyi uydururlar. Son birkaç asrın tarihini de gözden geçirecek olursanız, tüm ‘voennıy’ reformlarını, yeniliklerini çok çabuk kabul etmişler ve çok çabuk okumuşlardır. Mesela Kazakistan’ın tarihine baktığımız zaman 19. asırda, hemen haritacılık, modern askerlik konularında ilk entelektüellerin bulunması tesadüf değildir. Bu Azerbaycan’da böyledir, Kazan Tataristan’da da böyledir, Kırım’da da böyledir. Bizim Çar devrinde “posollarımız” yoktu, Rusya İmparatorluğu’nda büyükelçilerimiz, “gubernatorlarımız” ve valilerimiz yoktu. Böyle “vışşaya burokratiya” dediğimiz bakanlar, “generalniy direktorlar” falan böyle birileri çıkmazdı Türk milletlerinde. Bizim “dvoryanlarımız” bile ancak mahalle meclislerinde temsilci soborda falan, belediye idaresinde görevler alırlardı. Bir tek istisna vardı, “isklyuçeniye” o idi ki, generallerimiz vardı. Hangi Türk kavmine baksan Çar Ordusunda generaller vardır, Sovyet Ordusunda “generaller” vardır, “polkovnikler” vardır. Çünkü bunlar askeri bir ırktır ve bu ırk sayesinde de Türkçe yaşamıştır, bunu unutmayın! Yani bu askerlik sayesinde de Türkçe yaşamıştır. Bu çok önemli bir husustur. Yani Türk halklarını ayakta tutan, Türkçeyi ayakta tutan, maalesef ana dilimizi konuşacak analarda değil zaman zaman gördüğünüz gibi, doğrudan doğruya “armiyadır”, askerliktir. Bu çok büyük bir özelliktir ve birtakım reformları da Türk dünyasında askerler başlatmıştır. Büyük “arhitektlerimiz”, “biyogralarımız”, “istoriklerimiz”, büyük “slovar” hazırlayanlarımız hepsi aşağı yukarı asker saflarından gelir. 19. asırda “Sulcidit” dediğimiz “reformatsiya” dönemini başlatanlara dikkat edelim. Kırım’da Gasprinski Voronej’de “Voennıy Uçilişe’de” okumuştur. Akçurin hem Rusya’da hem Türkiye’de “Voennıy uçilişe’de” Mektep-i Kabiliyet okumuştur. Kazakların ilk büyük âlimlerine ve siyasi liderlerine bakınız, hepsi asker saflarından çıkmaktadırlar. Bu ordular için fevkalade önemli bir unsurdur. Dolayısıyla bizim aramızda Moğollarla benzemezliklerin başında basit kelimeler gelir; aynı sayılara sahip değilizdir. Mesela Slavlar her biri, “odin”, “dva”, “tri” diye gider, bizde sayılar tutmaz. Ondan sonra “slovar lyubogo” demek lazım, bunlarda müşterek kelimelerimiz olmadığı gibi coğrafyada da yoktur. Bazı kelimeler vardır. Onlar başka, onları da yanlış kullanmışızdır. Mesela yurt ve jurt doğrudur, ama Batı Türkçesinde yurt artık bina anlamında geliyor, o fazladır. Dolayısıyla böyle bir benzerlik fazla söz konusu değildir.
Bizim coğrafyamız Doğu’dan Ötüken’de başlar, (Moğollarla çok iç içe yaşamışız ve) Batı’ya doğru gider. İslamiyet’in ilk zamanlarında bile bizim “Sentralnaya Aziya’da” hâkimiyetimiz burada biter. Bu memlekette biter. Özbekistan’da henüz İrani kavimler ve Farsça yaşar. Yani bunların üzerinde durulmuyor, bu daha geçtir. Bugünkü Özbekistan’ın Türkleşmesi doğrudan doğruya Timurlenk zamanında ve ondan sonra Şeybaniler devrindedir. Bundan evvelki nazariyelerin hepsine katılmak pek mümkün değildir. Ama bu bulunduğumuz coğrafya evet, Türk kavimleri buradadır ve buradan Doğu’daki Çin sınırının içlerine kadar girerler. Zaten ilk Müslüman Türk Devleti de hepinizin bildiği gibi Karahanlılardır. Yani (coğrafya olarak) bugünkü Doğu Türkistan. Burada ne olacak onu bilmiyorum, ben Çin’in o memleketi ve o milleti rahat bırakacağını zannetmiyorum. Oradaki milyonlarca Uygur’u kabul etme konusunda şimdiden hazırlıklı olmalıyız başka bir şey yapamayız, zihnimizi, kendimizi bu konuda hazırlıklı tutmamız gerekir. Yani şu sözün duyulması çok ayıp olur; ‘Bu kadar Suriyeli aldık, şimdi bir de Türkiye’ye bunları mı alacağız mesela!’ evet bunları alacağız, çünkü kökümüz ve medeniyetimiz budur. Efendim biz niye alalım Ahıskalıları? Sen almazsan Amerika’ya gider, kaybedersin. Mevcut Türk topluluklarının içerisinde en iyi eğitim gören, en çalışkan, en prodüktif (üretken) ve zenginleşmeye müsait bir grup, bunu böyle perişan eder gideriz, bunlardan ve bu tavırlardan vazgeçmek lazım.
Türklük enteresan bir yapıdır. Türkçe de enteresan bir yapıdır. Bugün en geniş coğrafyada konuşulan dillerden biridir. Şimdi hepiniz bana diyeceksiniz ki, İngilizce daha geniş. Avustralya var, Hindistan var, Amerika var, Kuzey Amerika var ama bunların hepsi kolonizasyon (müstemleke) imparatorluğunun yayılmasıdır. Hâlbuki Türkler ta Çin sınırından, Çin içlerinden Tuna boyuna kadar Türkçe konuşuyorlar ve bu (durum) kolonizasyonla (ortaya) çıkmamıştır. Yani hiç biri Türkleştirilmiş halklar değil veya oraya yerleşmiş başkalarının Türkçe konuşmasıyla ortaya çıkmış değillerdir. Bunlara baktığın zaman da arada çok fark var değil mi, konuştuğumuz diller, şurada bile baksan fark vardır. İyi ama bunlar üç günde birbirlerini anlamaya başlıyorlar. Üç gün, beş gün, bilemedin on beş gün sonra anlamayana ahmak diyorlar. Yani şurada Almatı’da güzel bir Anadolulu on beş gün geçirse yani hala Kazakça konuşanlarla anlaşamıyorsa ona ahmak deniyor. Bu çok açık bir şeydir. Bize talebe olarak gelen bir Kazakistanlının birinci yılın sonunda Türkçeyi rahat konuşmak bir yana doğru dürüst yazamayanına (bile) rastlamadım, hepsi yazıyor. Eski Özbekistan Cumhurbaşkanı Kerimov iki de bir karar alıyor talebelerin hepsi “kaytsın”, geri gelsin diye. Bir keresinde hiç unutmam çok enteresan bir anımdır, senenin ortasında talebeler geri gelsin demiş. Şimdi, ben Siyasal Bilgilerde o zaman, yani “Politiçeskih nauk” dediğimiz fakültede profesördüm. Ankara’daydım. Dekana dedim ki, bunu yapmanın tek çaresi var, bu çocukları hemen şimdi imtihana sokalım, diplomalarını verelim ve gitsinler. Altı ay beklersen bunlar gider, bir daha da diploma alamazlar, diplomasız cahil kalırlar. Makul karşıladı, biz hepsini erkenden imtihana aldık. Bunu nerden biliyorum, harp zamanında, “vo vremya pervıy değil, vo vremya vtoroy mirovoy voynı” fakülteler erken mezun ettiler, 6 ay falan. Yani kaybetmeyelim delikanlıları diye. Mesela annemin de öyledir. 3 senedir okumuş gibi görünüyor ama hâlbuki değil. Aynı şeyi yaptık. Oradan gelen Özbeklere dikkat ettim, bir şey sordu bana imtihanda, oğlum sorup oturma, yaz bir şeyler, zaten geçeceksin, senle mi konuşacağım dedim. Fakat çocuk yazdı, muhteşem bir Osmanlıca, kafası da yerinde. Oradan anlaşılıyor ki, Türklerden iyi, yani bizim çocuklardan daha iyi, dikkat etmiş. Oradan anlaşılıyor ki, Türk dilleri gerçek anlamda lisanlar değil. Bir birinden bağımsızlıkları gerçek anlamda değil. Zenginlikleri var. Kelimeleri çok farklıdır. Kendilerine göre strukturaları (yapıları) olabiliyor. Fakat kafalar bir yerde aynı çalışıyor, bu mümkün değil. Çünkü ben Viyana Üniversitesi’nden Slavistikten biliyorum, hiçbir Hırvat öğrenci, hiçbir Polonyalı öğrenci Rusçayı doğru dürüst öğrenemedi. Hep yanlış yaptılar. Proiznoşeniyeleri (telaffuzları) yanlış, “udarenieleri” kullanamıyorlar, vurguları. Asıl kötüsü bütün “konyugatsiya” ve “deklinatsya” dediğimiz kelimelerin fiil ve isimlerin çekimleri yanlış, vahim hatalar yapıyorlar ve bütün “saverşennıy nesaversennıy vid” dediğimiz Rusçada “inperfective, postperfective” fiilerinin ön edatlarını yanlış kullanıyorlar. Mesela, birisi diyor ki, “pozvol’te” onu “izvol’te” diye yazıyorlar. Yanlış, olmaz. Yani Hırvatlarınki izvol’te oluyor, hâlbuki burda pozvol’te oluyor Ruslarınki. Bunlar çok önemli hatalar ve strukturları değişiyor. Çünkü Rusya’da Puşkin çıkmış, Polonya zaten rönesans edilmiş bir memleket. Güney Rusya’da, güney Slavya’da böyle bir Fransız tesiri yok, daha sloven, çok eski sloven kalmışlar. Onun için farklı. Bu Türk dilleri için söz konusu değil.
Dördüncüsü, Türk ırkı büyük ölçüde Sünni’dir. Bunların ruhi yakınlıkları bunlarla belirlenir. Amerika’daki Türklerin bir lobisi yok idi Türkiye Türklerinin. Gelmiş, kendi başına “individual’nıy” yaşıyor, ne olduğunun farkında değil, vaktaki ve buralardan Türkler Amerika’ya göç etmeye başladı, bir Türk lobisi ortaya çıktı. Yani İranlısı, Kazak’ı, Azerbaycanlısı, efendim Özbek’i, Kerküklüsü hepsi bir araya geliyorlar, bir birlerini buluyorlar hareket ediyorlar ve bir lobi halinde ortaya çıkmaya başladılar. Bunlar çok önemli şeyler. Bu bir ruhi taraftır. Bugünkü Turkologiya’nın (Türkoloji’nin) dertleri üzerinde konuşmak istiyoruz. Şunu söylemek gerekiyor. Bu konuşulan Türk dillerine, “Turetskiye yazıki”, ya da “Turetskoye narechiye” demiyorum, “Tyurkskiye yazıki”, “Tyurkskoye narechiye” diyorum. İkisi farklı kelimeler. Bu gibi ayrımlara göre, herkesin kendi konuştuğu dile – dil demesi bizi alakadar etmez, demokrasi vardır, yani herkes istediğini yapabilir. Dünyada böyle eğilimler vardır, şimdi mesela; İsveç, Norveç, Danimarka 3 tane memleket. İsveç 8,5 milyon, Norveç 5,5 milyon, Danimarka 10 milyon. Bunların konuştukları dil aynı dil. Kime sorarsanız sorun bunlar ne konuşuyorlar diye, bunlar aynı dili konuşurlar. Yani ona “şvedskiy yazık” demek mümkündür. Ama diyor ki, biz Norveççe konuşuyoruz, ama diyor ki biz “danskiy yazık”, yani “danish”, biz Danimarka dili konuşuyoruz, peki olur. Ama dil aynı, yani kelimeleri benziyor, her şey aynı. Birinin kitabını öbürü rahatça okuyor. Tercüme falan laf bunlar yani. Posoller bir araya geldiklerinde, ambasadörler, en ciddi hukuki meseleleri aynı dilde konuşuyorlar. Kaç kere duydum. Yani hiçbiri de konuştuklarına İsveççe demiyor, aynı şeyi konuşuyorlar. Böyle bir grup daha var. Polonya, Slovakya ve Çekler. Bunlar da öyle. Prag baharı zamanında Çeklerin belirli kitapları tercüme etmeleri Batıdan yasaktı. Yani 1967 ile 1989 arası az bir zaman değil. Yasaktı. Bu gibi kitaplar Çekçe basılamazdı. Ne yapıyorlar? Hiç problem de değil. Polonya’da basılanları okuyorlar. Polonya’da her şeyi çevirmek serbestti. Çünkü Pol’skiy yazık, lehçe. Slovakların zaten nereleri ayrı bilmiyoruz, şive gibi. Birbirleriyle kavga etmek için bahane ararlarmış, demek ki ayrıldılar. Ama bu da böyle bir dildi. Onun için hatta artık tamamen aynı dil olan eski Yugoslavya’daki Sırpça, Hırvatça, Boşnakça, hatta onun içinden Çernogorya çıkmış biz ayrılırız diye, bunlar hepsi aynı dil. Sırp’ı diyormuş ki Boşnak’a: Ama, diyormuş, sizde diyormuş, “u vas est’ tyurksizma (Türkçeler var sizde), Türkçe kelime çok diyormuş. Boşnak da diyormuş ki, Sizde de var diyormuş. Yok valla, heç tyurksizma na “serbskom yazıke”, yok valla diye anlattı yok valla hiç, yemek saat bilmem ne ças demiyor saat diyor Arapça bir dil. En büyük bulvarının adı Teraziye, Farsçadan gelmiş, Terazi Bulvarı. Çünkü orada bir kantar var. Dolayısıyla bunların arasında “tyurksizmalar” ve yabancı kelimeler dâhil büyük bir fark yoktur. Bunlar kendilerine aynı dil diyor, diyebilirsin, diyebilir. Ama bunlar bir dildir filoloji bakımından, hatta filolojik bakımdan Hollandaca ve Almanca bile aynı dildir. Çünkü bunlar lehçe grubundandır.
Bu gibi tartışmaları bir yana bırakıyoruz, bugünkü Türkoloji dünyasındaki meseleler üzerinde durmamız gerekiyor. Bunu size belirteyim sorulara geçmeden evvel. Bugünkü Türk Dünyasının en büyük sorunlarından birisi, kendi dilimizi konuşmak ve kullanmak konusudur. Maalesef çocuklarımıza gerekli dili, gerektiği gibi ana dilimizi öğretemiyoruz. Burada çeşitli mahsurlar var. Ana ve babanın çok aşırı bir derecede beynelmilel dillere ağırlık vermesi, bu doğru değildir. Burada biz kültür folk dediğimiz kültürlü milletlerden ayrılıyoruz. Bir Rus istediği kadar emmigratsiyada yaşasın, çocukları mutlaka “ças(t)nıy”, proper ve tertemiz bir Rusça öğrenir. Bir İranlının, örnekleri sayısızdır, istediği kadar yabancı ülkede yaşasın. Biliyorsunuz Humeyni’nin İslam devriminden sonra 6 milyonu aşkın İranlı dışarıda yaşamak zorunda kaldı. Ben aileler tanıdım. Kongrelerde falan görüyorum, Şah’ın yakın adamına anturajlı olduğu için kadın çocuğu Teksas’ta doğurmuş, orada büyütmüş ve eğitim aldırmış. Amerika’nın ortası öyle bir Farsça konuşuyor ki, bir Farsça öğretmeni gibi. “Çistoye proiznoşeniye” dediğiniz, “çistıy aksent” dediğiniz, gayet “bogataya slovar” böyle pirli, grammatikası tamamı ile doğru, fevkalade bir şey. İşte bunlar kültür folklarıdır. Kul’turnıy forma kültür milletleri.
Birincisi, Türk kavimlerinin insanları ise bilmedikleri lisanı konuşurlar, dışarıda çocuklar öğrenemez, bu bir. İkincisi, Türk dillerinin en büyük özelliği, telaffuzdur. Hangisi olursa olsun, ister Kazak, ister Azerbaycan, istersen efendime söyleyeyim, Uygur Türk’ü, ta uzakta, ister Kazanlı, ister Kırımlı veya hiç fark etmiyor. Bunlar konuştukları vakit tertemiz konuşuyorlar ve dilimiz, telaffuzumuz dişin öncesinden başlar, “prodental” dediğimiz, prodental, dişin öncesinden başlar, bu çok önemli. Bu yüzden Türkler yabancı dilleri fevkalade bir “proiznoşenie” ile ve doğru olarak konuşurlar, fevkalade. Yani, bu fark etmez. Ben size örnek söyleyeyim, örnek burası. Burası, bura, bura! Bütün bu Kazaklar Rusçayı Ruslardan daha iyi konuşuyorlar. Yani ben temiz Rusçayı Rusya’da nerede duyuyorum, kilisede duyuyorum. Serhov’da Papazlar güzel bir Rusça konuşurlar. Nerede duyuyorum, üniversitede duyuyorum, nerede duyuyorum, “Ministerstvo İnostrannıh Del”, yani Dışişleri Bakanlığı’nda duyuyorum, nerede duyuyorum, tiyatrolarda, şiir okuyanlarda falan. Spikerler bile kötü konuşuyorlar. Blalala falan bir Rusça konuşuyorlar, televizyon spikerleri. Hâlbuki Kazakistan’da herkes doğru dürüst Rusça konuşuyor. Şurada kafeteryaya gitsen, eğer çok fazla bir avuldan (köyden) gelen bir köylü değilse, tertemiz Rusça duyuyorsun. Çünkü “proiznoşeniye’ye” ait bir ağız yapısı vardır. Türkler için de öyledir. Türkler, Rusça’yı da, Çince’yi de, Fransızca’yı da mükemmel öğrenirler. Bir Fransız’ın İngilizce öğrenmesi çok zordur. Dün herhalde televizyonda Kongres’te konuşurken Macron’un İngilizcesini seyrettiniz, doğru bir İngilizce ama Allah versin, yani “kakoye proiznoşeniye” dersin yani değil mi? Çok enteresan, nasıl bir pronunciation (telaffuz), yani maşallah, yani böyle Fransızların Franglais bir İngilizcesi var onun gibi bir şeydi, bir fıkrayı aklıma getirdi. Çünkü bu dilleri konuşmak zordur. Şimdi bu Türk dünyasında gençler arasında bir problem başladı. Chanteuse (Şantöz:Kadın Şarkıcı) Türkçesi, dişin arkasına kaçırarak hımlayanlar hepsi bunların lisan öğrenemeyecekler. İleride hiçbir yabancı dil öğrenemeyecek, konuştukları diller anlaşılmıyor. Dün bir konferansta fark ettim, yaşlı nesil Kazakça konuşursa anlıyorum, efendime söyleyeyim, hostesin yaptığı anonsu anlıyorum, uçakta, fakat çocuklarınki zor oluyor, çünkü telaffuzları, “pronunciation”, “proiznoşeniye” dediğimiz doğru değil. Problem bu.
İkincisi, maalesef, computer dolayısıyla Türk imlaları bozuluyor. Bu çok kötü, bunların önünü almak lazım.
Üçüncüsü, son derece ve gene yanlış bir şeydir. Karşılığı olan kelimeleri muhtelif lisanlarda kullanıyoruz. Businessmen demeye lüzum yok, işadamı denir ona, o kadar açık. Sermayedar denir, kapitalist diyeceğimiz yere, tonla kelime var. Bizim Türk dillerinin en büyük özelliği, Fars lisanını çok iyi anlamalarıdır, çünkü Farsça güzel bir şiir dilidir. Atalarımız çok zevk sahibi oldukları için, Ali Şir Nevai’den başlayınız, Fuzuli’ye kadar, şair Nedim’e kadar hepsi Farsça kullanmıştır. Ama bu dilin diriliğini öldürmez. Bu önemli bir şeydir. Bunların üzerinde durmak lazım. Tarihimizdeki en önemli olay, Müslüman’ız tabii ki Arapça olabilir, fakat biz Arapça ile Müslümanlığı Araplardan öğrenmedik. Bunlar yanlış. Böyle teoriler var. Üç günde Arapçayı benimsemişiz, çok hoşumuza gitmiş, alakası yok. Yani 10. asırdan başlayıp 18. asra kadar sürdü bizim Müslümanlığımız. Kafkasya’nın Karaçay Türkleri ta 18. asra kadar Müslüman değillerdi, lehçelerinde “svinya” yani domuzla ilgili 70 küsur kelime var, 70 küsur. Demek ki yiyorlar ki var, yani o yemezse “çisto” hınzır der, domuz der geçer. Demek ki yiyor ki var sonra kesmiş çok önemli bir şey bu ve bu yapı dolayısıyla biz Müslümanlığı çok düşünerek almışızdır. Öyle Kuteybe bin Muslim gelmiş Orta Asya’ya, Türkleri yenmiş ve kesmiş, zorla Müslüman yapmış, bu da ayrı bir teori, yalan. Çünkü hiç öyle bir şey yok, Talas muharebesinde Kuteybe’yi durdurduk ama bizim Müslüman oluşumuz çok geç çıktı. Çok açık. Tabi burada Batı tarihleri de yanlış. Bir Alman ansiklopedisi diyor ki, Türkler Orta Asya’yı ve İran’ı 650’de fethettiler, Müslüman yaptılar. 650’de Müslüman olan bir Türk yok. İran kendi Müslüman oldu ve Müslümanlığı bize İran öğretti. Çünkü hepimiz Namaz diyoruz, Abdest diyoruz, Oraza diyoruz Oruç’a, bunun gibi Farsça kelimeler kullanırız. Peygamber diyoruz, bu Farsçadır. Resul olarak teologlar, ilahiyatçılar söyler ama bunun dışında herkes Peygamber der, çok açık. “Prorok” yani. Dolayısıyla bunlar gösteriyor ki, bizim medeniyet kilidimiz olan İran’dır. Efendim, biz Şaman, Şamanizm demek Totemizm veya ağaçlara tapmak değildir. Ağaçlar mukaddes olabilir, o başka bir şey, ama ağaca tapmıyoruz. Bizim Yer Tanrı ve Gök Tanrımız var, bunların da iki Tanrı olduğu tam tartışmalıdır, yani eski İran dili gibidir.
Onun için Türk halklarının organizasyon bakımından da geniş at sürüleri ve savaşçılıklarıyla muasır milletlerden ayrıldığını belirtmek gerekir. Çok kısa bir zamanda çok büyük bir mesafe kat ettik. 11. Asırda İran’ı fethettik, 15. Asırda artık Bosna’daydık. 10. Asırdan evvelki gelişmemiz daha çabuktur. Tarihimizde bazı şeyleri yanlış bilmeye devam ediyoruz. Türklerin yazıları Orhun’dur. Bu 8. Asırda inşa edilmiştir. Yalan, 6. Asırda İmparator Justinianus’un sefiri vardır Kliyaklı Zamangos Bumin Han’a gitti Bumin Han’la konuştuğu zaman onlar Göktürk yazısı kullanıyordu. 6. Asır ve yanında da dönerken Göktürk elçisi ile gitti Sorkutlu yani Tacik Manyak denen bir adamdı yani soyadı Manyak’tı, onunla beraber döndü. Demek ki son yapılan kazılardan da görülüyor ki, içlerinde Dmitriy Vasilev var, Rus, bizimkiler vardır, buralardan da vardır, yazıların tarihi eskiye gidiyor. Arkeolojik kazı yaptıkça yerleşmelerimiz eskiye gidiyor. Bu da bir eski Yunanca gibi, Latin dili gibi, Sanskrit gibi, eski İran dilleri gibi, çok eski değil ama bugünün bir sürü dillerinden daha da eski birkaç asır eskiye giden ortak bir yazısı var Türklerin, dolayısıyla bu gerçekleri bilerek konuşmamız gerekiyor. Türk coğrafyasının içinde bazı unsurlar söz konusudur. Bir kere yabancı dillerle iyi geçinmek. Bu bizim göçebeliğimizden gelme bir adettir. Biz göçebelere, organize göçebe milletlere başka diller yabancı fakat zararı olmayan şeylerdir. Bu çok önemli bir şeydir. Orta çağda yerleşen milletler komşularını hep zararlı görür, kendilerine zararı dokunacak diye (düşünür). Bundan ileri gelen bir şey, Türk devletlerinin çok uzun bir tarih içinde gittikleri yerler malumdur, bu gittikleri malum yerlerin içinde şunu açıkçası ifade etmek isterim, büyük devlet kurulup çekilinmiştir. Orta Doğu’nun en sulh içindeki dönemi Osmanlı dönemidir. 1517’de fethetti 1917’de çekilmek zorunda kaldı. 4 asır Orta Doğu’nun Arap Dünyası en sakin ve sulhsever zamanıdır.
Çok muhterem dinleyenler, bana bu konuşma fırsatı verdiğiniz için size çok teşekkür ediyorum. Sorular geldikçe de herhalde bazı konularda tartışabiliriz. Yarım saatlik bir tartışma zamanımız olacak.