Tüm dünyanın dikkatini çeken 2024 Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başkanlık seçimleri, ABD eski başkanı Donald Trump’ın tekrar seçilmesi ile sonuçlandı. Seçim sonuçlarına göre, Cumhuriyetçi Parti’nin adayı Trump ve Ohio senatörü J. D. Vance 77.133.674 oy (49.9%) ve 312 delegeyle, 74.700.293 oy (48.3%) ve 226 delege kazanan Demokrat Parti’nin adayı ve görevdeki başkan yardımcısı Kamala Harris ile Minnesota valisi Tim Walz’ı büyük bir üstünlükle mağlup ettiler [Reuters, 2024].
Aslında Trump’ın dört yıl aradan sonra iktidara dönüşünün beklenmedik bir sonuç olmadığı söylenebilir. Zaten dünya çapında birçok uzman, onun bu seçimi kazanacağını tahmin ediyordu. Her şeyden önce, son yıllardaki ülkedeki ekonomik durgunluk, enflasyon, yüksek yaşam maliyetleri, işsizlik, sağlık reformu ve göç gibi sorunlar iktidardaki Demokrat Parti’nin daha zayıf bir görünüm sergilemesine neden olurken, aksine Trump’ın kampanya sürecinde söz konusu sorunlara daha çok ağırlık vermesi, başkanlık seçimini tekrar kazanabilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Her ne kadar kendi hakkında yapılan eleştirilere ve devam eden suçlamalara rağmen, Trump’ın 2016’daki seçim zaferinden ve 2020’deki seçim kaybından aldığı derslerle güçlü bir kampanya stratejisi oluşturabilmesi ve özellikle sosyal medya gücünü son derecede etkili bir şekilde kullanması, rakibini geride bırakmasını sağlayan önemli faktörlerdendi.
ABD seçimlerinden sonra tüm dünyanın artık merakla beklediği soru, Trump’ın önümüzdeki dönemde küresel siyaseti nasıl etkileyeceği konusudur. Bu bağlamda Trump yönetiminin önümüzdeki dönemde dünya siyasetini nasıl şekillendireceğini tahmin edebilmek için, önceki başkanlık döneminde 2017-2021 yılları arasında izlediği politikalara ve 2024 seçim stratejisinin ana hatlarına ve mevcut küresel ve bölgesel jeopolitik, jeostratejik ve jeoekonomik gelişmeleri de göz önünde bulundurmak gerekmektedir.
Ocak 2025’te resmen başkanlık görevine başlayacak olan Trump’ın dış politika alanında ilk karşılaşacağı en önemli sorunların başında şüphesiz Rusya-Ukrayna savaşı ve ABD-Çin ilişkilerinin yer alacağı söylenebilir. Öncelikle Rusya-Ukrayna savaşı açısından bakıldığında, Trump’ın seçim kampanyası sırasında “savaşı 24 saat içinde bitirebileceği” sözünün gerçekleşmesi pek olası görünmemektedir. Çünkü söz konusu savaşın mevcut boyutunun yanı sıra, savaşın Avrupa’nın güvenliği de dahil olmak üzere küresel ve bölgesel etkileri göz önüne alındığında, etkin bir barış anlaşmasının artık yalnızca Kiev ve Moskova’nın kararıyla gerçekleşemeyeceği açıktır. Zaten bir taraftan ABD ve NATO ülkelerinin Ukrayna’ya sağladığı askeri ve ekonomik yardımlarının giderek artması, diğer bir taraftan Kuzey Kore’nin de Rusya’ya destek vermesi, söz konusu savaşın Ukrayna ve Rusya arasındaki bir savaş olmaktan çoktan çıktığını göstermektedir. Hal böyleyken, Trump’ın başkanlık görevine başlamasıyla beraber çok kısa bir sürede savaşın gidişatında ciddi bir değişiklik olacağını söylemek zor görünüyor.
ABD-Çin ilişkilerine gelince, eninde sonunda Çin, Trump’ın ikinci başkanlık döneminde izleyeceği dış politikasının en büyük odak noktası olacaktır. Küresel hegemonyasını devam ettirmeye çalışan ABD’nin jeopolitik, jeostratejik ve jeoekonomik menfaatleri açısından bakıldığında, ekonomik yükselişiyle beraber bölgesel ve küresel etkisini giderek artırmaya çabalayan Çin, neredeyse en büyük rakip konumundadır. Zira yıllardır “barışçıl bir yükseliş” göstermeye çalışan ve ABD liderliğindeki Batı düzenine karşı üstü örtülü bir rekabet içinde olan Çin, özellikle 2013’te Xi Jinping’in iktidara gelmesiyle beraber küresel siyasette daha aktif bir rol oynamaya ve ABD’ye açıkça meydan okumaktadır. Dolayısıyla ABD-Çin ilişkileri, son otuz beş yılın en düşük düzeyindedir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, “Amerika’yı yeniden büyük yap” (Make America Great Again) sloganı altında, dış politikada öncelikle ABD’nin çıkarlarını savunmayı hedefleyen Trump’ın ikinci başkanlık döneminde ABD-Çin ilişkilerinin stratejik gerilimlerle dolu olacağı kaçınılmazdır.
Trump’ın ikinci başkanlık dönemindeki Çin politikasından söz ederken, ilk akla gelen konu, kuşkusuz iki ülke arasındaki ticari-ekonomik ilişkiler olacaktır. Zira dünyanın birbirleriyle derin bağlantılar içinde olan en büyük iki ekonomisi olarak ABD ve Çin arasındaki ticari-ekonomik ilişkilerin boyut ve niteliği, sadece iki ülke ilişkilerini değil, aynı zamanda dünya ticaretinin genel dinamiklerini de belirlemektedir. Fakat dünya ekonomisinin dengelerini değiştirecek biçimde hızlı bir şekilde büyüyen Çin, ABD’nin uzun yıllardır süregelen küresel ekonomik liderliğine sürekli bir şekilde meydan okumaktadır. Özellikle son yıllarda, Pekin’in piyasaları manipüle etme, adil rekabeti engelleme ve devlet destekli sanayi politikaları gibi uygulamaları, Washington’un yalnızca ticari-ekonomik değil, aynı zamanda stratejik ve güvenlik endişelerini de zirveye taşımaktadır. Artık Çin’in, ABD’nin ekonomik liderliğini hedef alan uzun vadeli ticari-ekonomik stratejileri, sadece ticaret açığını artırmakla kalmayıp, aynı zamanda Amerikan şirketlerinin teknoloji ve üretim alanındaki üstünlüklerini tehdit eder hale gelmektedir. Bu nedenle 2016-2020 başkanlık döneminde Trump, gümrük tarifeleri ve diğer korumacı ticaret politikaları gibi ciddi ekonomik baskılarla Çin’e karşı sert bir yaklaşım benimsemektedir. Bu çerçevede Trump’ın Mart 2018’de başlattığı ticaret savaşı, yalnızca ticaret dengesini değiştirmeyi değil, aynı zamanda Çin’in fikri mülkiyet hakları ihlalleri, teknoloji transferi zorlamaları ve devlet sübvansiyonları gibi sorunlarını da önlemeyi hedeflemektedir [USTR, 2018]. Bu yüzden, Trump’ın Çin’e karşı ticaret savaşının sadece ekonomik bir çatışmadan ziyade stratejik bir mücadele olduğu ifade edilebilir.
Ancak Mart 2018’de başlayan ABD-Çin ticaret savaşı, her ne kadar Ocak 2020’de Washington’un lehine bir ticaret anlaşmasıyla sona ermiş olsa dahi, ABD’nin ticaret açığı hiç kapanmamakta ve Çin söz konusu anlaşma kapsamındaki taahhütlerini yerine getirmemektedir. Birinci faz ticaret anlaşmasına göre Çin, ABD’den tarım, endüstri, enerji ve hizmet ürünleri alımını genişletmek şartıyla toplam ithalat miktarını 2017’deki (187.9 milyar dolar) seviyesinden 2020’de 76.7 milyar dolar ve 2021’de 123.3 milyar dolar olmak üzere iki yılda toplam 200 milyar dolar daha artırmaya taahhüt etti [USTR, 2020]. ABD Ekonomik Analiz Bürosu’nun (BEA) verilerine göre, Çin’in ABD’den ithalatı 2020’de 166.3 milyar dolar, 2021’de 192.2 milyar dolar, 2022’de 197.4 milyar dolar ve 2023’te 195.5 milyar dolara ulaştı. Aksine Çin’in ABD’ye ihracatı ise, 2020’de 448.7 milyar dolar, 2021’de 526.4 milyar dolar, 2022’de 563.6 milyar dolar ve 2023’te 447.7 milyar dolar olarak kaydedildi [BEA, 2024]. Dolayısıyla 2020’de 282.3 milyar dolar olan ABD’nin Çin’e olan ticaret açığı, 2021’de 334.9 milyar dolar, 2022’de 366.2 milyar dolar ve 2023’te 252.1 milyar dolar olarak gerçekleşti [BEA, 2024; BEA, 2024]. Bu arada ABD’nin Çin’e ticaret açığının 2020 ve 2023’teki önemli ölçüde azalmasının, ABD’nin Çin’e ihracatıyla değil, aksine ABD’nin Çin’den ithalatının azalmasıyla ilişkili olduğu söylenebilir. Çünkü ABD’nin Çin’den ithalatının azalması, büyük ölçüde 2020’de COVID-19 salgınından ve 2023’te ise Çin ekonomisinin yavaşlaması ve tedarik zincirinin Çin dışına kaymasından kaynaklanmıştır.
ABD-Çin ticari-ekonomik ilişkilerinin mevcut durumu dikkate alındığında, Trump’ın ikinci başkanlık döneminde Çin’e karşı ticaret savaşlarının yeniden alevlenmesi oldukça muhtemeldir. Bu çerçevede Trump, gümrük tarifeleri, ticaret engelleri ve yaptırımlarla Çin ile aradaki ticaret dengesizliğini Amerika lehine çevirmeye yönelik stratejiler geliştirmenin yanı sıra, bölgesel ve küresel ticari-ekonomik iş birliğinde de Çin’i hedef alan politikaları destekleyeceği tahmin edilebilir. Ayrıca, Çin’in teknolojik yükselmesini engelleme hedefiyle Trump’ın, uzay sanayisi, 5G, yapay zekâ, biyoteknoloji, dijital para birimi ve diğer gelişen sektörlerdeki Çin’in etkisini sınırlama ve Çin’e teknoloji ihracatını kısıtlamanın yanı sıra, Çinli teknoloji devlerine yönelik yasaklar ve yaptırımlar uygulaması beklenebilir.
Esas olarak, Tayvan sorunu, Trump’ın ikinci başkanlık döneminde ABD-Çin ilişkilerinin en hassas ve kritik noktalarından biri olmaya devam edecek ve bu durum Trump’ın Çin başta olmak üzere tüm Hint-Pasifik bölgesine yönelik dış politikasında belirleyici olacaktır. Her zamanki gibi Tayvan, Çin’in bölgesel ve küresel hegemonyası için son derece önemli bir stratejik hedefken, ABD’nin Tayvan’la olan ilişkileri, Hint-Pasifik bölgesindeki güvenlik dengesini şekillendiren bir faktör olarak kalacaktır. Bu doğrultuda, önümüzdeki dönemde Trump yönetimi, Çin’in Tayvan üzerindeki egemenlik iddialarına karşı sert bir duruş sergileyerek, ABD’nin Tayvan’a olan tüm desteklerini daha belirgin hale getirebilir. Bu minvalde, Trump’ın ikinci başkanlık döneminde ABD’nin Tayvan’ın savunma kapasitesini güçlendirmeye yönelik askeri yardım ve desteğinin genişletilmesi ve Tayvan’a daha fazla hava savunma sistemleri, deniz savunma sistemleri ve denizaltılar gibi stratejik araçları kapsayan silah satışlarının artırılacağı gözlemlenebilir.
Tayvan sorunuyla beraber, Çin’in deniz sınırları ve Güney Çin Denizi’ndeki askeri faaliyetleri Trump yönetiminin Hint-Pasifik bölgesine yönelik stratejilerini şekillendiren ana unsurlar olacağı kesindir. Bilinen o ki, Hint-Pasifik bölgesi, ABD ve Çin arasında giderek artan jeoekonomik, jeopolitik ve jeostratejik rekabetin büyük sahnesi olmaya devam edecektir. Zaten ABD, son yıllarda “Asya’ya Dönüş” stratejisi, “Özgür ve Serbest Hint-Pasifik” girişimi ve “Quad” dörtlü ittifakını gibi çeşitli mekanizmalar çerçevesinde Hint-Pasifik bölgesindeki varlığını artırmaya çalışmaktaydı. Üstelik, Eylül 2021’de yapılan AUKUS anlaşmasıyla ABD, bölgedeki müttefiki Avustralya’nın stratejik askeri değere sahip nükleer enerjili denizaltıları edinmesini ve Birleşik Krallığın da bölge sorunlarına müdahil olmasını sağladı [White House, 2021]. Bu açıdan bakıldığında, önümüzdeki dönemde de ABD, Hint-Pasifik’te özellikle Avustralya, Japonya, Güney Kore ve Hindistan gibi bölge ülkeleriyle daha sıkı güvenlik ve ticari-ekonomik ilişkiler kurmaya odaklanacaktır. Dolayısıyla, Trump döneminde ABD’nin müttefik ülkelerle Hint-Pasifik’te askeri tatbikatlarını artırması ve bölgedeki deniz yollarında stratejik askeri mevcudiyetini güçlendirmesi beklenmektedir.
Özet olarak, Trump’ın ikinci başkanlık döneminde ABD-Çin ilişkilerinin daha da gerginleşeceği tahmin edilebilir. Trump’ın Çin’e karşı ticari-ekonomik yaptırımları ve teknoloji kısıtlamalarının yanı sıra, Tayvan politikası ve Hint-Pasifik’te siyasi-askeri ve ticari-ekonomik ittifakları ön plana çıkarması, Washington ve Pekin arasındaki süregelen anlaşmazlıkların daha da belirginleşmesine ve stratejik rekabetin daha da derinleşmesine yol açabilir. Ayrıca, uluslararası kamuoyunca sıkça dile getirilen Hong Kong, Tibet ve Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlalleri de Trump yönetiminin Çin ile ilişkilerinde önemli bir başlık olarak durmaktadır. Bununla birlikte Trump’ın Çin politikası, ABD’nin ulusal çıkarları ve jeopolitik denge gibi faktörlere bağlı olarak şekillenecek ve genelde Pekin’in küresel etkisini engellemeye odaklanacaktır. Bu dönemde ABD ve Çin arasında doğrudan bir askeri çatışma beklenmese de, siber güvenlik gibi alanlarda gerginliklerin yaşanma olasılığı göz ardı edilmemelidir.
Kaynakça:
BEA (2024). ABD uluslararası mal ve hizmet ticareti, ekim 2024. Alınan yer: https://www.bea.gov/sites/default/files/2024-12/trad1024.pdf. Erişim tarihi: 05.12.2024.
BEA (2024). Çin – uluslararası ticaret ve yatırım ülke gerçekleri. Alınan yer: https://apps.bea.gov/international/factsheet/factsheet.html#650. Erişim tarihi: 05.12.2024.
Reuters (2024). ABD başkanlık seçim sonuçları. Alınan yer: https://www.reuters.com/graphics/USA-ELECTION/RESULTS/zjpqnemxwvx/. Erişim tarihi: 18.11.2024.
USTR (2018). Başkan Trump, Çin’in haksız ticaretine yönelik sert uygulamaları açıkladı. Alınan yer: https://ustr.gov/about-us/policy-offices/press-office/press-releases/2018/march/president-trump-announces-strong. Erişim tarihi: 21.11.2024.
USTR (2020). Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti ile Çin Halk Cumhuriyeti Hükümeti arasındaki ticari ve ekonomik anlaşma. Alınan yer: https://ustr.gov/sites/default/files/files/agreements/phase%20one%20agreement/Economic_And_Trade_Agreement_Between_The_United_States_And_China_Text.pdf. Erişim tarihi: 21.11.2024.
White House (2021). AUKUS ile ilgili ortak liderler açıklaması. Alınan yer: https://www.whitehouse.gov/briefing-room/statements-releases/2021/09/15/joint-leaders-statement-on-aukus/. Erişim tarihi: 06.12.2024.
Not: Bu blogda ifade edilen görüşler yazarın kendi görüşleri olup Enstitü’nün yayın politikasını yansıtmamaktadır.
Ömirbek Hanayi Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi Avrasya Araştırma Enstitüsü’nde araştırmacı olarak görev yapmaktadır. 2009 yılında Çin’in Minzu Üniversitesi Kazak dili ve edebiyatı Fakültesini tamamlamıştır. 2008-2009 yılları arası Justus Liebig Giessen Üniversitesin’in Türkoloji Bölümüne değişim öğrencisi olarak katılmıştır. 2010 yılında Justus Liebig Giessen Üniversitesin’in Türkoloji Bölümüne giren Ömirbek Hanayi 2010-2012 yılları arası “Kasachisch im postsowjetischen Kasachstan” adlı proje üzerinde çalışmıştır.