5-13 Mart 2023 tarihleri arasında Pekin’de gerçekleşen Çin Ulusal Halk Kongresi’nin (ÇUHK) 14. Dönem 1. Toplantısı, beklendiği gibi, ülke lideri Xi Jinping’in üçüncü kez seçilmesiyle sonuçlandı [Gov.cn, 2023]. Ekim 2022’de gerçekleşen 20. ÇKP Ulusal Kongresi’nde Xi, üçüncü kez ÇKP Genel Sekreteri olarak seçilen ilk kişi olmuştur [People’s Daily, 2022]. Dünyanın en kalabalık ülkesi ve ikinci büyük ekonomisi olan Çin’i beş yıl (belki de ondan daha fazla) yönetecek olan Xi’nin üçüncü döneminde Pekin’in iç ve dış politikalarının nasıl şekilleneceği ve olası etkilerinin neler olacağı, tüm dünyanın başlıca gündem maddeleri arasında yer almaktadır.
İlk iki dönem Çin Komünist Partisi (ÇKP) Genel Sekreterliği ve Çin Devlet Başkanlığı görevlerindeki yönetim biçimi ile de Xi’nin üçüncü dönemde görevine devam etmesi beklenen bir durumdu. Çünkü iktidara geldiği Kasım 2012’den bu yana siyasi, askeri ve dış politika alanlarında gerçekleştirdiği büyük değişimler ve yenilikler ile gücü kendi elinde toplama hamleleriyle ülkeyi tek başına yöneterek gelmiştir. Siyasi alanda, kendi başlattığı yolsuzlukla mücadele girişiminin perde arkasında tüm olası siyasi rakiplerini ortadan kaldıran Xi, askeri alanda Kasım 2013’de Ulusal Güvenlik Merkezi Komitesi, Mart 2016’da Merkezi Askeri Komisyonu Operasyon Komuta Komitesi ve Ocak 2017’de Askeri ve Sivil Entegrasyon Geliştirme Merkezi Komitesi gibi yeni yapılar oluşturarak ÇKP’nin güvenlik güçleri üzerindeki gücünü pekiştirmiştir. İktidara geldikten sonra “Çin Rüyası” sloganı ve “Kuşak ve Yol” girişimi gibi jeopolitik ve jeostratejik adımları başlatan Xi’nin diplomatik atılımları ve vizyonu Pekin’in “Çin Tarzı Büyük Güç Diplomasisi”nin yol haritasını belirleyen başlı ideoloji olarak tanımlanmakta ve Çin basınında “Xiplomacy” olarak adlandırılmaktadır [News.cn, 2022]. Özellikle Ekim 2017’de gerçekleşen ÇKP 19. Ulusal Kongresi’nde Xi’nin adının ve onun Yeni Dönemde Çin’e Özgü Sosyalizm Doktrininin ÇKP Parti Tüzüğü’ne eklenmesi, Xi’nin ülkenin kurucu lideri Mao Zedong ve devrimci lideri Deng Xiaoping’den sonra yaşarken adı ve doktrini anayasa düzeyindeki parti tüzüğüne giren üçüncü ÇKP lideri olmasını sağlamıştır [Gov.cn, 2017]. Mart 2018’de düzenlenen ÇUHK 13. Dönem 1. Toplantısı’nda anayasa değişikliğiyle devlet başkanlığı dönem sınırının kaldırılması, Xi’nin süresiz olarak görevde kalması için yasal zemin oluşturmuştur [Xinhua, 2018].
Aslında Xi’nin üçüncü döneminin, yükselen Çin’in çoğalan sorunlarının giderek belirginleşen dönemine denk geldiği ifade edilebilir. Her şeyden önce, Xi yönetimini bekleyen önemli konulardan birisinin de Çin’in ekonomik sorunları olduğu ifade edilebilir. Son yıllarda gayrimenkul sektöründeki çöküş ve elektrik başta olmak üzere enerji sektöründeki kriz gibi birçok soruna maruz kalan Çin ekonomisinin büyüme hızı sürekli yavaşlamaktadır. Örneğin, 2018’de %6.6, 2019’da %6.1 oranında büyüyen ve 2020’de %2.3 oranıyla son 40 yılın en zayıf büyümesini kaydeden Çin ekonomisi, 2021’de %8.1 oranında artarken, 2022’de tekrar yavaşlayarak sadece %3 oranında bir büyüme yakalamıştır [Çin İstatistik Kurumu, 2019; Çin İstatistik Kurumu, 2020; Çin İstatistik Kurumu, 2021; Çin İstatistik Kurumu, 2022; Çin İstatistik Kurumu, 2023]. Birleşmiş Milletler’in Ocak 2023’teki “Dünya Ekonomik Durumu ve Beklentiler 2023” raporunu göre, 2023’te Çin ekonomisinin %4.8 oranında büyüyebileceği tahmin edilmektedir [BM, 2023].
Çin’in ekonomisinin ihracata dayalı büyüme modeli açısından bakıldığında, önümüzdeki dönemde ülke ekonomisinin istikrarlı bir şekilde büyümesi veya eski büyüme hızına ulaşması, Pekin’in bundan sonraki ekonomik politikalarının ne kadar başarılı olup olmayacağına da bağlıdır. Zaten Washington’un lehine bir ticaret anlaşmasıyla sonuçlanan ABD-Çin ticaret savaşının Çin ekonomisi üzerindeki olumsuz etkilerinin izleri henüz silinmemişken, Şubat 2020’de başlayan küresel koronavirüs (COVID-19) salgınının olumsuz etkileri de hala devam etmektedir. Aynı zamanda bir yıldır devam eden Rusya’nın Uk- rayna’yı işgali de Çin ekonomisini tarımdan enerjiye, ulaşımdan yatırıma kadar birçok alanda olumsuz yönde etkilemeye devam etmektedir. Çünkü savaşa kadar Çin’in yıllık mısır ithalatının yaklaşık %30’unu ve arpa ithalatının %20 ’sinden fazlasını karşılayan Ukrayna, Kuşak ve Yol girişiminde de önemli bir köprüydü. Dolayısıyla Xi yönetimi önümüzdeki dönemde bir an evvel hem iç ekonomik sorunları çözmeye, hem de olumsuz jeoekonomik ortamda diğer ülkelerle ekonomik iş birliğini artırmaya çaba harcaması gerekebilir. Hal böyle iken, daha önce merkez yönetim kadrosunda bulunmayan ve yeni seçilen Çin Başbakanı Li Qiang’ın ülke ekonomisini ne kadar ileriye götürebileceği şimdilik bir soru işaretidir. Yeni Başbakan Li’nin süper lider Xi’nin gölgesinde kalıp kalmayacağını da ancak önümüzdeki dönemde görebiliriz.
Artık Xi’nin üçüncü dönemi, yıllardır “barışçıl yükseliş” göstermeye çalışan Çin’in ülke imajının gerilediği ve sinophobia algısının giderek arttığı bir dönemle karşı karşıyadır. ABD merkezli Pew Research Center araştırmacılarının 2022’deki anket çalışmalarına göre, İsrail de dâhil olmak üzere Avrupa, Kuzey Amerika ve Asya-Pasifik ülkelerinde Çin’e karşı olumsuz bakış açısının tarihi zirveye ulaştığı görülmektedir. Söz konusu bölgelerdeki 19 ülkeden ankete katılanlar Çin’in insan haklarına ilişkin politikalarını %79, Çin’in askeri gücünü %72, Çin ile ekonomik rekabeti %66 ve Çin’in diğer ülkelerin iç siyasetine karışmasını %59 oranında ciddi bir sorun olarak tanımlamıştır. Bu bağlamda, Çin’in askeri gücünün özellikle komşuları arasından Japonya’da %60, Avustralya’da %57 ve Güney Kore’de %46 oranında olumsuz yorumlanması da dikkat çekicidir [Silver, Huang ve Clancy, 2022]. Çünkü son yıllarda Pekin yönetiminin ulusal güvenlik politikasına büyük ağırlık vererek, Doğu Türkistan’da insan haklarına aykırı sıkı uygulamalarda bulunması ve Hong Kong’daki protestoları bastırmasının yanı sıra, Tayvan sorunu ve Güney Çin Denizi’ndeki egemenlik tartışmaları nedeniyle Hint-Pasifik bölgesindeki diğer ülkelerle anlaşmazlıklar yaşanması, birçok ülkede Çin tehdidi, yani sinophobia algısının giderek yükselmesine neden olduğu ifade edilebilir. Söz konusu anket çalışmalarının da yansıttığı gibi, dünyada gün geçtikçe yükselen sinophobia algısı, diğer bir deyişle Çin’in genel ülke imajının gerilemesi, Pekin yönetiminin xiplomasi dedikleri dış politika yaklaşımının son yıllardaki başarısızlığının bir göstergesi niteliğindedir. Bu durum, Xi’nin üçüncü döneminde nasıl bir iç ve dış politika izleyeceğiyle doğrudan alakalıdır.
Uluslararası ilişkiler açısından bakıldığında, Xi’nin üçüncü dönemi için en büyük sınavın ABD-Çin ilişkilerinin geleceği olacağı şüphesizdir. Çünkü dünyanın en büyük iki büyük ekonomisi arasındaki ilişkiler, insan haklarından diplomasiye, ticaret ve teknolojiden jeopolitik ve jeoekonomik rekabete kadar uzanan birçok alanda farklılıklar ve anlaşmazlıklarla doludur. Zira son on yılda Washington ve Pekin arasında yaşanan anlaşmazlıkların, ikili ilişkilerden ziyade ABD ve Çin arasında giderek belirgin hale gelen küresel rekabetten kaynaklandığına kesin gözle bakılabilir. Zaten mevcut durumuyla ABD-Çin ilişkileri, neredeyse son otuz yılın en düşük düzeyindedir. Üstelik Şubat 2023’te ABD hava sahasına giren Çin “istihbarat balonu” nedeniyle Washington ve Pekin arasında yaşanan yeni krizi, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in planlanan Pekin ziyaretinin ertelenmesine ve ABD’nin ulusal güvenliğine ve dış politika çıkarlarına aykırı hareket ettiği gerekçesiyle 6 Çin şirketinin ihracatına yasak getirilmesine yol açmıştır [Freeman ve Levine, 2023; ABD Ticaret Bakanlığı, 2023]. Böylece ABD dışişleri bakanının son beş yıl içinde ilk kez yapacağı Çin ziyaretinin ortadan kaldırılmasına neden olan Balon krizi, ABD-Çin ilişkilerinde büyük bir güvensizliğin devam ettiğini göstermektedir. Jeopolitik ve jeostratejik açıdan bakıldığında, ABD ve Çin arasındaki küresel rekabetin gün geçtikçe artarak devam edeceği dikkate alındığında, ABD-Çin ilişkilerindeki anlaşmazlıkların bir tek balon kriziyle sınırlı kalmayacağı da muhtemel gözükmektedir. Öyleyse Xi’nin üçüncü döneminde ABD-Çin ilişkilerinin ağırlık merkezinin Hint-Pasifik bölgesine odaklanacağı da tahmin edilebilir.
Enerji tedariki başta olmak üzere küresel ticaretin en önemli güzergâhlarının geçtiği Hint-Pasifik bölgesi, hem ABD-Çin ilişkileri aşısından, hem de bölgesel ve küresel jeopolitik ve jeoekonomik gelişmeler açısından büyük önem taşımaktadır. Dolayısıyla son yıllarda Barack Obama’nın “Asya’ya Dönüş” stratejisi, Donald Trump’ın “Özgür ve Serbest Hint-Pasifik” girişimi ve Joe Biden’in AUKUS anlaşmasıyla ABD dış politikasının odak noktasında kalıcı olarak Hint-Pasifik bölgesinin yer almakta olduğunu söylemek mümkündür. Üstelik son birkaç yılda Hint-Pasifik bölgesinde ABD, Avustralya, Japonya ve Hindistan arasındaki “Quad” dörtlü ittifakının gelişmesi, yükselen Çin’in bölgedeki etkisini engellemeye odaklandığı da aşikârdır. Bölgede Tayvan ve Güney Çin Denizi üzerinde hak iddia eden Pekin açısından bakıldığında ise, Hint-Pasifik bölgesi, Çin’in hem ticari-ekonomik, hem de jeopolitik ve jeostratejik çıkarları açısından hayati önem taşımaktadır. Dolayısıyla Xi’nin üçüncü döneminde de Pekin’in özellikle Hint-Pasifik bölgesinde önemli jeopolitik ve jeoekonomik adımlar atmaya çalışacağı ifade edilebilir.
Buna ek olarak, Xi’nin üçüncü döneminde Çin’in Tayvan’a yönelik askeri saldırıda bulunup bulunmayacağı sorusu da çok hassas bir konudur. Her ne kadar Çin, Tayvan ile birleşmeyi jeopolitik ve jeostratejik bir hedef olarak belirlemiş olsa da, Taipei’nin mevcut siyasi, ekonomik ve askeri durumu Pekin’in isteğinin hayata geçmesine asla imkân vermeyeceği kesindir. En azından demokratik Tayvan toplumunun tek parti yönetimindeki Çin ile birleşebileceğini düşünmek bile şimdilik yanlıştır. Aksine, Tayvan’ın Çin topraklarının bir parçası olduğunu savunan Pekin yönetiminin en azından kısa vadede Tayvan’a askeri saldırıda bulunması da pek mümkün görünmemektedir. Çünkü Çin’in olası bir Tayvan saldırısı, her an tüm Hint-Pasifik bölgesinde büyük bir savaşa dönüşme tehlikesini barındırmaktadır. Çin, şimdilik böylesi bir büyük tehlikeyle baş edebilecek bir durumda değildir. Ancak üçüncü döneminden sonra Xi, dördüncü bir dönem için devam etmeye çalışırsa ve Çin toplumunun tepkisiyle karşı karşıya kalırsa, iç siyasi sorunların çözümü noktasında popülerliğini artırma adına Tayvan’ı askeri güçle birleştirmeyi düşünebileceği de göz ardı edilmemelidir.
Özet olarak, her ne kadar Xi, ÇKP’nin yönetim yapısındaki geleneksel yaş ve dönem sınırlarını aşarak Çin’in kurucu lideri Mao Zedong’dan sonraki en güçlü ülke lideri konumunda olsa da, iktidardaki üçüncü döneminin kolay olmayacağı tahmin edilebilir. Çünkü neredeyse bölgesel ve küresel jeopolitik ve jeoekonomik ortamın hızla değiştiği ve Çin’in ekonomik sorunlarının ortaya çıkmaya başladığı döneme denk gelen Xi’nin üçüncü döneminin nasıl şekilleneceği birçok iç ve dış faktöre bağlıdır. Ayrıca, mevcut ÇKP Merkez Politbürosu Daimi Komitesi’ndeki Xi’nin dışındaki 6 üyenin de 60 yaş üzerinde olması ve Xi’den sonraki halefin henüz belirlenmemesi de iki yönlü değerlendirilebilir: ilki, Xi ile dördüncü dönem; ikincisi ise bir belirsizlik dönemi. ÇKP geleneğine göre mevcut liderin halefinin şimdiden Merkez Politbürosu Daimi Komitesi’nde bulunması gerekmekteydi. Nitekim Ekim 2022’deki 20. ÇKP Ulusal Kongresi’nde bir önceki ÇKP Genel Sekreteri ve Çin Devlet Başkanı Hu Jintao’nun toplantıdan zorla çıkartılması, ÇKP’nin kendi içerisindeki anlaşmazlıkları da ortaya koymaktadır. Bu durumun Xi’nin üçüncü dönemine ne kadar yansıyacağı da ayrı bir soru işaretidir.
Kaynaklar:
Ömirbek Hanayi Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi Avrasya Araştırma Enstitüsü’nde araştırmacı olarak görev yapmaktadır. 2009 yılında Çin’in Minzu Üniversitesi Kazak dili ve edebiyatı Fakültesini tamamlamıştır. 2008-2009 yılları arası Justus Liebig Giessen Üniversitesin’in Türkoloji Bölümüne değişim öğrencisi olarak katılmıştır. 2010 yılında Justus Liebig Giessen Üniversitesin’in Türkoloji Bölümüne giren Ömirbek Hanayi 2010-2012 yılları arası “Kasachisch im postsowjetischen Kasachstan” adlı proje üzerinde çalışmıştır.